Masa başı fikriyatı yapmak, her gün üzerine bir tabaka daha yayılan toplum katmanlarını sezgilerle kavramaya ve kavratmaya çalışmak, sorumluluğumuzu az buz artırmıyor.
Hayâlimizde geliştirdiğimiz bir “doğu”, bizi, bir gelecek büyüsüne sürüklüyor. Burada ufuklar karanlık ve fakat güneş yakın mı yakın.
Kat’i. Destanlar yazdıracak bir doğuşla, kimse katılmasa bile karanlık ufukları yaracak. O zaman bütün yıldızlar sessiz ve sönük.
Biliyorum ki böyle bir güneş doğacaksa bunun sahibi, onun hayâlcileri değil. Onu hak edecek ne yaptılar?
Böyle bir güneş doğarsa, onu, tenimize değecek kadar yaklaştırıp bizi kavurabilirler. Silahımızı bize tutarlar. Çocuğu doğar doğmaz elinden alınan ve yirmi yıl sonra onu, aşağılayıcı bir küçümseme tavrı ile karşısında bulan anne gibi.
O kabulün ve dokuz ay süren çarpıntıların ve yükün boşunalığını haykıran bir karşılaşma. Zemberek böyle boşalmamış olsaydı. Analığın ve oğulluğun tabiatına uyan bir baş, yılların acı sızısını, yanaklar birbirine dokunarak dindirebilselerdi.
Fakat öyle olmadı.
Oğul, geleneksel giysileri içindeki anaya:
Keşke senden doğmasaydım, anam sen olmasaydın, diyerek baktı. Ve bunu kelimelere dökmesi gerekmeden apaçık anlattı ve ana, bunu, sadece kendi ile değil, fakat onun arkasındaki gücün bütün egemenliğini de duyarak anladı.
Hayâlimin ayağı yere değmiyor henüz.
Onun gerçekleşmesine dayanacak, onun yükünü kaldıracak topraklarım yok. Sözle ve kılıçla düzeltmeye başladığım an kendimi kıracak, kendimi doğrayacağım.
Geçmişime duyduğum güven sahte, geleceğime duyduğum ümit haksız.
Çünkü geçmişle sadece avundum, o devirlerin kurucuları, bizzat gelecekler ve gerekeni yapacaklar gibi akıl dışı bir kurgu kazandı hayâllerim. İş; onların kalıpları içindeki engin dinamiği, sarayın penceresinden baktıkları zaman, bir ovaymış gibi bütününü gördükleri dünyayı görüp, ona elini atmak. Bu el batıya ve orta doğuya ve doğuya, insan ilişkilerinin kaynaşmadığı topraklara bile basacak ve nereden bakılsa kehribar taşlı gümüş yüzükten tanınacaktı.
Bu, durmanın değil, hava gibi mevcut olmanın ve boşluk bırakmadan doldurmanın ifadesidir. Hayvanlar, acizler, gayri Müslimler, seyyahlar ve yolcular ve göçmen kuşlarca da tadılan, beslenilen bir mevcudiyet. Ne yazık ki entrikalar ve öçler, putperestlikler ve sapıklıklar da onu yiyerek büyür. Yine de hiç biri birkaç Müslümanı bir tenhaya kıstırıp boğazlayabilsin, mümkün değil.
Ama sadece birkaç hafta önce binlercesini sırtlarından, yanlarından ve göğüslerinden kurşunlayarak üst üste öldürdüler. Kaç gece, koyun gibi gırtlaklarından kesilen çocuk ve kadınların fışkıran kanları yatağımıza ve soframıza kadar sıçradı?
Ayağını yere koy ve ilkin elle tutabileceğimiz küçücük bir başarı kazan. Onları birleştirelim. İkinci günküleri de.. Böylece bir gün, hayâlimiz doğduğunda hepimizi silip süpürmesin.