Bir Değirmendir Bu Dünya

Anlayarak Okumak Bir baba, duaları ve Kur’an-ı Kerim’i öğretmeye başladığı 6 yaşındaki çocuğuna, öğrettiklerinin anlamlarını dabelletmek gerektiğini düşündü. Yalnız Kur’an okumayı değil, o harfleri tanıdıkça yazabilmeyi de öğretmeliydi.Ama en önemlisi öğrendiklerinin anlamıydı. Bu sebeple kendi bilebildiği kadarıyla, çocuğun da anlayabileceği şekilde öğrettiklerinin anlamlarını da açıklamaya çalıştı.

“OKU” emri, anlamını bilmeden okumak olmamalıydı. Anlamı kavranmadan okunacak bir şey hayata uygulanamaz, yaşanamazdı. İlkin, her şeye başlarken söylenmesi gereken besmeleyi anlattı. Çocuğun, birkaç yıldır minicik ağzı ile söyleye geldiği bu kelimenin anlamını duyunca nasıl şaşırdığını, neden bu kadar zaman geçtikten sonra böyle bir açıklamaya gerek duyulduğuna hayret ettiğini ve biraz da şüpheyle baktığını gördü. “Rabbiyessir…” diye başlayan duayı anlattı. Ona artık Fatiha suresini öğretiyor, İhlas suresini ezberletmeye çalışıyordu. Şehâdet Kelimesi ve Amentü üzerinde de çalışıyorlardı. Baba, çocuğuna öğrettiklerinin anlamını belletmeye yeni başladı. Bunu kendine hatırlattığı, kalbine bu ilhamı verdiği için Allah’a hamdolsun.Toplumumuz asırlardır Kur’an-ı Kerim’i ve duaları, manalarını bilmeden, anlamadan okuyor. Toplumun büyük kesimini kastediyoruz. Zira anlamak ve ona göre okumak, en azından Arapçayı öğrenmekle mümkün. Bu öğrenimi görmek ise kolay değil.

Oysa Müslümanın namaz kılabilmesi, Müslümanca yaşayabilmesi içinKur’an’ı öğrenmesi gerekli. Bu sebeple pratik bir yol seçilerek, Kur’an okumanın yaygınlaştırılması amacıyla, Arapça öğretmek, yazmak yerine, sadece harfleri tanımak ve Kitabımızı okuyabilmek öğretilmiş. Halkımızınçok büyük bir bölümü asırlardan beri Kur’an-ı Kerim’i okuyabilmekte, ondan ezberlediklerini gerektiği yerde, özellikle namazda kullanmakta ve anlamadan da olsa Kur’an’dan feyz almakta ve istifade etmektedir. Kur’an-ı Kerim’i açıp seyretmenin, satırlarda gözleri gezdirmenin bile bir İbâdet mesabesinde olduğu düşünülürse, bu anlattıklarımızın önemi, küçümsenmemesi gerektiği anlaşılır. Ancak bu durumun üstünde, ilerisinde olan durum ise, Kur’an’ın anlayarak okunması, duaların anlamlarının bilinmesidir.

Dedelerimiz Kur’an-ı Kerim’i anlamadan öğrenmeleri ve evlerde çocuklarına en tabii bir şekilde öğretmeleri, bir zaruret sonucu ortaya çıktı. Yeni nesiller sahip oldukları imkânlarla (bir bakıma bütün imkânsızlıklara rağmen) Arapça öğrenmeye, hiç olmazsa meal okumaya, Türkçe aktarılan tefsirleri okumaya ve eksiklerini gidermeye çalışıyorlar.Kur’an-ı Kerim’in Arapça öğretilmeden sadece okunmasının öğretilmesini, anlamının bilinmeden öğrenilip okumasını anlamak mümkündür ve her şeye rağmen makul bir yoldur. Ancak yarım asırdan beri halka, İngilizce, Fransızca, İtalyanca veya İspanyolca şarkıların, yine yabancı dillerde operaların niçin dinletildiğinianlamak mümkün değildir. Bunun yabancılaşmaya, kendinden kopmaya etkilerini bir yana bırakalım. Çocukların ve gençlerin, muhtevasını, ne söylendiğini anlamadan dinledikleri müziklerin, onların içlerinde açtığı oyukların, çukurların derinliğini ölçebilmekte miyiz? Siyasetten modaya kadar bunun olumsuz etkilerini görmekteyiz. Güftelerini anlamadan dinlenen müziklerle edinilen bir “kabul” alışkanlığı, batının, eleştirisiz olarak, anlamaya çalışmadan kabulünü ve taklidini de beraberinde getirmiyor mu?

CAHİT ZARİFOĞLU

Reklam